Anadolu Aleviliği, İslam tasavvufundan etkilenmiştir. Tasavvufun diğer adı İslam mistisizmidir. Felsefede mistisizm, aklın kavrayamayacağı gerçekleri mistik sezgi ile bilmek anlamına gelir. Hindu mistisizmi, Yahudi mistisizmi, Hıristiyan mistisizmi gibi İslam mistisizmi de vardır. Buna tasavvuf denir. (Güngör,1982:17-18)
Tasavvufi din anlayışının en belirgin özelliği, Kur’an ve hadisin zahiri anlamından çok batıni anlamına önem vermek ve Yaratan ile yaratılan arasında ayrılık kabul etmemektir. Çünkü Allah’tan başka varlık yoktur ve insan Allah’tan gelmiştir, yine Allah’a dönecektir. Ancak bunun için ölümü beklemeye gerek yoktur, nefsi terbiye ederek ezeldeki Birliğe (Tanrı’ya) dönülebilir. (Güngör,1982:22)
Tasavvuf, söz (kal) yolu değil hal (iyi ahlak) yolu, velayet (ilm-ü ledün) vasıtalı bir yol olup Hakikat adı verilen değişmezliğe ulaşmayı amaçlamaktadır (Fırat,1999:131). Kısacası tasavvuf, insanın eğitimini esas alan ve onu olgun insan (kâmil insan) yapmaya çalışan bir yoldur.
Tasavvuf, kafanda ne varsa atmak, elinde ne varsa dağıtmak, önüne ne çıkarsa çıksın ona yüz çevirmemektir. Yani zihni kötü düşüncelerden arındırmak, cömert olup başkalarına ikramda bulunmak, karşına hangi çeşit insan çıkarsa çıksın (iyi-kötü, güzel-çirkin, kadın-erkek, dinli- dinsiz) hepsine iyi gözle bakabilmektir.
Tasavvuf, herkese dost olmak, kimseye yük olmamak, gül bahçesinin gülü olmak, diken olmamaktır. (Tercüman,1987:199)
Tasavvuf, ilahi ahlakla terbiye olmak demektir. Tasavvuf, bencillikten kurtulup diğerkâm olmak, kendisinden çok başkasını düşünmektir. (Tercüman,1987:199)
Cüneydi Bağdadi’ye göre tasavvuf, Allah’ın seni sende öldürmesi ve kendisinde diriltmesidir ve ayrıca O’nun dışındaki her şey ile alakayı keserek Allah ile olmaktır. (Kısakürek,1982:101) Gazali’ye göre sufiler, nefsi kötülüklerden uzaklaştırmak, ahlakı kötü sıfatlardan arıtmayı öngörürler. Öyle ki, kalbi Allah’tan gayrı her şeyden ayırmak ve sadece O’nunla doldurmak gerekir. (Güngör,1982:81)
Dinin hem zahiri ve hem de batıni yönünü en iyi anlayan Hz. Muhammed olduğuna göre tasavvuf Hz. Muhammed’le başlaması gerekir. Hz. Muhammed Medine’ye göç ederken Hıra mağarasında Ebubekir ‘e Kelime-i tevhid’i sessiz olarak söylemesini telkin etmiş buna gizli zikir denilir. Daha sonra Hz. Ali’ye değişik zamanlarda üç defa aynı sözü sesli olarak tekrarlattığı rivayet edilir. Bunun için Hz. Ali’ye dayanan tarikatların hepsi açık zikir yaparlar. Tercüman,1987:195). Nitekim Çubuk Yöresinde katıldığımız iki cem töreninde Alevilerin “Allah Allah” diye bağırarak açık zikir yaptıklarına şahit olduk.
Allah, mutlak cemal ve kemal sahibi olarak her türlü güzelliğin kaynağıdır. Hz. Peygamber’in ifadesi ile “Allah güzeldir, güzelliği sever” İnsan, Allah’ı ne kadar tanırsa (marifeti artarsa) O’na karşı olan sevgi ve aşkı da o oranda artar. (Tercüman,1987:26)
Tasavvuf ehli arasında meşhur olan bir kutsi hadis vardır: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, beni bilsinler, tanısınlar diye mahlukatı yarattım.” Buna göre başlangıçta sevgi, Allah’tan çıkmış ve evrenin yaratılmasına sebep olmuştur. Bunun için tasavvufta esas olan ulvi ve ilahi aşktır. Gerçek aşk, insan ruhunun, Allah’a karşı özlemidir. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de: “…İman edenlerin Allah’a karşı pek şiddetli sevgileri vardır.” (Bakara:165). Ayrıca “Allah kullarını sever, onlar da Allah’ı severler.” (Maide:54)
Bir başka anlamda tasavvuf, Allah’ı görür gibi kulluk etmektir. Çünkü biz O’nu görmesek bile Onun bizi görmekte olduğunu bilmek, daima Allah’la beraber olmak ve O’nu hatırdan çıkarmamaktır. (Tercüman,1987:199)
Nitekim Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinde bu konu ile şöyle buyrulmaktadır: “…Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir” (Hadid:4). “Andolsun, Biz insanı yarattık ve nefsinin ona fısıldadıklarını biliriz ve Biz ona şah damarından daha yakınız” (Kaf:16). “Kullarım sana Beni sorarlarsa (söyle onlara) Ben çok yakınım…” (Bakara186)
Tasavvufun temeli, insanın yaratılışına dayanmaktadır. Zamanın başlangıcından önce Allah Mutlak Güzellik idi. Mutlak Varlık, Mutlak Güzellik veya mutlak Gerçek olan Tanrı, var olmayan bir dünya, yani yokluk dünyası ile bilinebilirdi (Fığlalı,1996:217-218). Yüce Tanrı, kendi sanat ve sıfatını göstermek isteyince dünyayı yarattı, Kendi zatını göstermek isteyince de Ademi yarattı. (A. Eflaki II, 103)
Adem yaratılmadan önce Tanrı, Adem oğullarının bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dede ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar “Evet” şahit olduk dediler. (Araf Suresi:172) Alevi-Bektaşilere göre Elesti Bezmi ile Yaradan’ın aşkı başlamış ve insan bu Mutlak Güzellik karşısında kendinden geçmiştir. (Fığlalı,1996:223) Cenab-ı Allah, kullarından aldığı bu sözleri bir sözleşme olarak yazıp cennetten getirilen Hacer’ül Esved Taşı içine koydu. İşte bu taşı ziyaret etmek, insanların verdikleri bu söze sadık olduklarını göstermek anlamına gelir. Bu taş cennetten çıktığı zaman yeşil zümrüt renginde olup etrafa ışık saçarken, zamanla Ademoğulları’nın yaptıkları kötülükten dolayı utanarak siyahlaştı. Hz. İbrahim Kabe’yi yaptığı zaman bu taşı Kabe duvarına koydu. Hacer’ül Esved’e yüz sürmek, kendi bedenine yüz sürmek anlamına gelir (Bozkurt,?:12). Çünkü Hacer’ül Esvet (Siyah Taş), Adem topraktan yaratıldıktan sonra onun bedeninden arta kalan topraktan oluşmuştur.
Alevi teolojisine göre Hz. Allah, ruhları yaratıp onların ikrarını aldıktan sonra Elestü Bezmi denilen ruhlar Meclisini topladı. Bu mecliste ruhlara bir içki ikram edildi, ruhlar bu içkiden içtikten sonra şad olup neşelendiler. Bu içkiyi fazla kaçıranlar dünyaya zahiri olarak insan sıfatlı divane olarak geldiler ki, bunlara elestü sarhoşu denildi. (a.g.e:14)
İnsanın yaratılışı, kutsallığı ve cennetten çıkarılışı ile ilgili Kur’an-ı Kerim’deki ayetler şunlardır: “Rabbin, meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp, içine ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın. Bütün melekler toptan secde ettiler. Yalnız İblis etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.” (Sad Suresi:71-74) “Biz: Ey Adem, sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendinize kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik. Bu durum devam ederken Adem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.” (Bakara:35-37)
Yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi Adem bunun üzerine cennetten yeryüzüne indirildi ve yaptıklarından pişman olarak tövbe etti. Bu durum, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “(Adem ile eşi) dediler ki: Rabbimiz, Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (Araf:23) İşte tasavvuf burada başlamaktadır. Çünkü Tasavvufun temeli, yaptığı kötülükten pişman olmaya dayanır. İnsan noksan bir varlık olduğu için daima hata yapabilir. Önemli olan hatayı kabul etmek ve bundan pişman olarak doğru yola yönelmektir. Nitekim Adem, cennetteki yasak meyveyi yedikten sonra günahkar olmuş ve cennetten çıkarılarak dünyaya gönderilmişti. Sonuçta yaptıklarından pişmanlık duyarak tövbe etti ve günahı bağışlandığı için tekrar peygamberliğe kadar yükseldi.
“Sen olmasaydın evreni yaratmazdım”, hadis-i kutsisi gereğince Allah Hz. Muhammed’in hatırı için diğer insanları ve evreni yarattı. Adem yasaklanan meyveyi yiyip günahkar olduktan sonra cennette Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun Resulüdür yazısını kudu ve Muhammed’in aşkına kendisinin Allah tarafından affedilmesini diledi. (Kısakürek,1982:106)
Alevi inancına göre. Hz. Allah, Adem Sefiyullah’ı yarattı, alnına Muhammed Ali’nin Nübüvvet ve Velayet nurunu koydu ve Adem’e ruh üfledi. Bunun üzerine Adem aksırarak uykudan uyanır gibi uyandı. Bu sırada bir ses işitti. Adem bu sesi Allah-u Teala’ya sordu. Allah-u Teala buyurdu: “Ya Adem seni ve bütün kainatı hürmetine yarattığım benim Habibim Muhammed Mustafa ve O’nun vasisi muttakilerin imamı, benim veli kulum Ali’nin nurunu senin alnına koydum. Sen aksırınca o nurlar birbirine dokundu. İşittiğin ses odur.” Adem, “Ya İlahi, çok sevdiğin Habibin ve dostun veli kulunu ben dahi çok sevdim. İzzet ve azametin hürmetine ve sevdiklerinin hatırı için o nurları bana göster.” Allah-u Teala, “Ya Adem sağ elinin şahadet parmağını kaldırıp tırnağına bak” buyurdu. Adem babamız bakınca, Hz. Muhammed ile Hz Ali, televizyon ekranındaki gibi göründüler. Bunun üzerine Adem babamız, “La ilahe İllallah, Muhammedün Resulüllah, Aliyyun Veliyullah” dedi. İçinden bir sevgi ve muhabbet hasıl olup aşkla iştiyakla o nurlara bakarken Cebrail, Ademin karşısında işaretle “ Ya Adem, elini ağzına götürerek takbil et(öpme veya yüz sürme) ve “Hu” diye selam ver, dedi. Adem atamız da öyle yaptı, bu davranış, ümmetine sünnet oldu ve o parmağa şahadet parmağı denildi. Günümüzde Sünnilerin camilerde kamet okununca el başparmağını tırnağına takbil ederek gözlerine sürmeleri ve şahadet getirirken baş parmağı kaldırmaları oradan gelir. Alevilikte buna niyaz denilir. (Güvenç,99/9:43)
İbn Arabi’nin vahdet-i vücut anlayışına göre, varlık özde birdir, ancak çokluk halinde tezahür etmektedir. Mutlak varlık Allah’tır, var olan her şeyin tek kaynağı O’dur. Her şey yaratılmadan önce Allah’ın ilminde mevcuttu. Şu halde varlıkların suretleri ezelde Allah’ın zatı ile birdir. İnsanın Allah’la bir olmasından kastedilen budur. Yoksa insanın Allah’la birleşerek bir varlık olması değildir. (Güngör,1982:89)
Tasavvufta ikilik yoktur, birlik vardır, yani hiçbir şey yoktur, yalnız Tanrı vardır. Fena Fillah kulun Tanrı’da yok olmasıdır. Tasavvuf eğitiminde kulun, derece derece kötü huylarını terketmesi, onların yerine iyi huyları koyması, cehaleti yok etmesi, bilgi ile bezenmesi, gafleti yok etmesi ve her an Allah’ı hatırına getirmesi gerekir. (Tercüman,1987:67)
İkilik ortadan kalkıp birliğe ulaşılınca Allah yüzünü gösterir: Gökteki her yıldızdan parlar, tabiattaki her çiçekten bakar, her güzel yüzde gülümser, her tatlı seste hitap eder, herşeyde Tanrı vardır ve O’ndan başka bir şey yoktur (Eröz,1990:204). İşte Hallac-ı Mansur’un “Enel Hak” demesinin anlamı budur. Alevilikte insanın kutsallığı ve cem törenlerinde kılınan halka namazlarında dede ile talibin birbirlerinin kıblesi olmaları bu inanca dayanmaktadır. Sünni inançtaki namazda da Kabe bir işaret olmak üzere herkes aynı yöne dönmekle bütün müminler, namazda birbirlerine ve birbirlerinin gönüllerine yönelmiş olmaktadırlar. Yoksa kutsal olan Kabe’nin binası değildir.
Mutasavvuflar, bir dünya menfaati veya cennete gitmek için değil, sadece Allah’ı sevdikleri için ibadet ederler. Tanrı bizi ister cennetine koyar, ister cehennemine, bu tamamen Tanrı’nın bileceği bir iştir, derler. Nitekim kadın erenlerden olan Rabia(714-804) şöyle dua etmiştir: “Allah’ım, sana cehennemden korkarak ibadet ediyorsam, beni cehennem ateşinde yak, yahut cennet özleyerek Sana ibadet ediyorsam, cenneti bana haram kıl. Yalnız seni sevdiğimden dolayı Sana ibadet ediyorsam, beni ezeli cemalinden mahrum etme ya Rabbi.” (Tercüman,1987:165)
Burada dikkati çeken husus, Rabia’nın sadece güzeller güzeli olan ve güzelliği hiçbir yaratığın güzelliğine benzemeyen ve bütün insanlığın ilk ikrarını verdiği “Kalu Bela’da” O’nun güzelliği karşısında mest olup kendisinden geçtiği o olağanüstü güzelliği istemesidir. Özet olarak tasavvuf Allah aşkına dayanır.
Türk tarihinde Horasan erenleri denilen kimseler tasavvufi İslâm anlayışını yayan şahsiyetlerdir. Bunların çoğunun okuma-yazması yoktu. Fakat Horasan bölgesindeki mutasavvıflardan tasavvufi İslâm anlayışını öğrenmiş, sonra bunları başkalarına öğretmeye başlamışlardı. Bu basitlikleri sayesinde göçebelere nüfuz etmeyi başardılar. Çevrelerindeki halktan oldukça soyutlanmış bir hayat yaşıyorlardı, bu hayat onlara olağanüstü özellikler yakıştırılmasına çok müsait bulunuyordu. En önemli özellikleri bir başka alemle temasa geçebilmeleri idi, işte ermişlik tabiri buradan doğmuştur (Güngör,1982:186). Bunların Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında büyük hizmetleri olduğunu biliyoruz.
Sonuç olarak tasavvuf, başta Allah aşkına, sonra işlenilen günah ve kötülüklerden tövbe etmeye, yani hatayı kabul etmeye, bütün insanları Tanrı’nın yaratığı olmalarından dolayı hoş görüp sevmeye, bütün canlıları korumaya, dolayısıyla adalete, almak yerine bol bol vermeye ve açları doyurmaya, buna karşılık kendi nefsini terbiye etmek için fazla yememeye, kötü söz söyleme ihtimaline karşı az konuşmaya, vaktinin çoğunu uykuda geçirmeyerek çalışmaya topluma ve insanlığa faydalı olmaya dayanır.
Prof. Niyazi Öktem’e (1995:213-214) göre sufilik, felsefi eğilimlerle birlikte gerçek İslam’ı temsil etmektedir. Basit yaşam tarzı, insana saygı, kul hakkı yememek, Allah’la bütünleşmek, İslam’ın öz ve esası değil midir? Sufilerin en güzel temsilcileri Anadolu Aleviliğinin yetiştirdiği derviş ve ozanlardır. Bunlar saz ve sözleriyle insanlara sevgi ve barışı anlatan Türk sufileri Anadolu kültürünün temel taşlarıdır.
Anadolu Aleviliği
Görüldüğü gibi Anadolu Aleviliği, 12 imam inancı ile birlikte Batınilik, Hurufilik, Şamanlık, Yunan felsefesi, İslam tasavvufu gibi çok çeşitli inanç ve kültürlerin etkisi altında kalarak gelişmiş ve bugünkü halini almıştır. Bundan başka Anadolu Aleviliğinin siyasal tarafı da bulunmaktadır. Bu taraf aslında başlı başına ayrı bir araştırma konusudur. Ancak Aleviliğin doğru anlaşılabilmesi için bu yönüne de kısaca değinilmesi gerekmektedir.
Sünni ideolojiyi Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı yüceltmiştir. İsmaili ideolojiyi ise Fatımiler gündeme getirmiştir. Görüldüğü gibi amaç hep siyasidir. Şah İsmail, Şii-Alevi ideolojiye sarılmış ve kendi iktidarını güçlendirmek istemiştir. Eğer başarılı olsaydı, onun döneminde olmasa bile daha sonra Aleviliğin özgürlükçü yapısını sürdürmesi zor olurdu. Çünkü egemen güçlerin din yorumu daima baskıcı olmak zorundadır (Öktem,1995:313).
Selçuklu ve Osmanlı Türk yöneticileri İslam-Arap örf ve adetlerine dayalı Sünni yorumu tercih etmişlerdir. Tuğrul ve Çağrı beyler, Xl. yüzyılda Abbasi Halifesi’nin hizmetine girdiklerinde ve sonra yönetime geldiklerinde Emevi-Abbasi geleneğine bağlı teokratik bir düzeni sürdürmüşlerdir. (a.g.e:267)
Hanefi düşünce Türk topluluklarında ikiye bölünmüş, bunlardan birisi, Maturidi düşünce olup o Hanefiliğin özüne sadık kalarak dini akılcı yorumlarla ele almıştır. Hanefiliğin ikinci kolu ise Eş’ari düşüncedir. Selçuklularda Maturidi düşünce ile Eşari düşünce arasında bir rekabet gözlenmiştir. Osmanlı uleması Hanefiliğin Eş’ari kolunu tercih etmiştir. (a.g.e:286)
Türk tarihinde Aleviğinin oluşmasında Babai Ayaklanması, Şah Kulu İsyanı, Şeyh Bedrettin Olayı, Şah İsmail ile Yavuz Arasındaki mücadele ve Çaldıran savaş ve Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması gibi olaylar etkili olmuştur. Ancak bunların içinde en belirleyici olan şüphesiz Yavuz Selim ve Şah İsmail arasındaki çatışma olsa gerektir.
Sait Başer’e (1998:56) göre Anadolu’da Alevilik, büyük ölçüde Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki çatışmanın bakiyesidir. Çünkü o tarihe kadar İran-Osmanlı inanışları bugün düşündüğümüz kadar farklı görülmüyordu. Yavuz Selim, İran siyasetinin etkisi altında bulunan Erdebil Tekkesi’nin Anadolu’daki nüfuzunu kırabilmek için daha güçlü bir inanç otoritesi olan hilafeti getirdi. Halk arasında taban bulamamakla beraber bunun yanında Arap Müslümanlığı’nın Eş’ari anlayışını medreselere yerleştirdi. Böylece resmi otorite ile Alevi kitle arasında süren çatışma, bugün Alevi-Sünni çatışması diye bilinir. Bu gerçekte doğru değildir, doğru olan Eş’ari ve Maturidi zihniyetlerin çatışmasıdır. Buna rağmen devletin en köklü bir kurumu olan Bektaşi-Yeniçerilik, Maturidi karakterini devam ettirmiştir.
Eşarilerle Maturidiler arasında esasta değilse de ayrıntılarda bazı farklılık ve anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Bunların en önemlileri şöyle sıralanabilir. (Fığlalı,1980:51-55)
1. Cüz’i irade: Eşarilere göre cüz’i iradeyi yaratan Allah’tır. Maturudilere göre cüz’i irade Allah tarafından yaratılmaz.
2. Kesb: Eşarilere göre kesb, kulun gücünün Allah’ın takdirine yaklaşmasıdır. Bu durumda kesb de aynen fiil gibi Allah’ın yaratığıdır. Maturidi, kesbin tamamen kulun kudreti ve etkisiyle doğduğu görüşündedir.
3. Husun ve Kubuh: Eşarilere göre husn ve kubuh(bir şeyin iyi veya kötü oluşu) akılla bilinemez. Maturidilere göre husun ve kubuhun akılla bilinmesi mümkündür.
4. Marifet: Eşarilere göre Allah’ı bilmek şer’an (dinen) vaciptir. Maturidilere göre Allah’ı tanımak ve bilmek aklen vaciptir.
5. Tekvin: Eşarilere göre tekvin, hakki bir sıfat değil, itibari bir sıfattır. Maturidilere göre tekvin, kudret ve irade gibi gerçek bir sıfat olduğu görüşündedirler.
6. Nübüvvet: Eşarilere göre nebilik için erkek olmak şart değildir. Kadında nebi (peygamber) olabilir. Onlara göre Havva, Meryem, Asiye, Sare, Hacer, Hz. Musa’nın annesi birer nebidirler. Maturidilere göre kadınların peygamber olması caiz değildir.
7. Teklif-i Ma-la Yutak (Kula gücü yetmeyeceği Şeyleri Teklif): Eşarilere göre Allah’ın insanın gücü dışında kalan (cisim yaratmak, göğe çıkmak, uçmak vb.) bir şeyin yapılmasını emretmesi ve kullarını bununla mükellef kılması caizdir. Maturidilere göre böyle bir teklif caiz değildir.
8. Sebep ve Hikmet: Eşariler göre Allah’ın fiilleri için bir sebep aranmaz ve bir hikmete de bağlı değildir; çünkü Allah yaptıklarından sorumlu değildir. Maturidilere göre ise Allah’ın fiilleri bir hikmete bağlıdır ve bir sebebe dayanmaktadır, çünkü Allah abesten münezzehtir.
9. Kur’an: Eşarilere göre Kur’an’ın bazısı bazısından büyüktür. Maturidiler’e göre bu doğru değildir.
10. Ezelde Ma’duma Hitab: Eşarilere göre Allah ezelde mükellimdir (Konuşan) Maturidiler bunu kabul etmezler ve Allah’ın ezelde Konuşan olmadığını söylerler.
11. İbadetler: Eş’arilere göre Müslüman olmayanlar da ibadet etmekle mükelleftirler ve eğer ibadet etmezlerse ceza göreceklerdir. Maturidiler ise Müslüman olmayanların ibadet etmekle mükellef olmadıklarını ve dolayısıyla ibadetlerini bıraktıklarından dolayı ceza görmeyeceklerine inanırlar.
12. İrtidat (Dinden Dönme): Eş’arilere göre dinden dönen Müslüman, yeniden iman ederse eski iyilik ve kötülükleri geri dönmüş olur. Maturidiler’e göre ise, yeniden iman eden kimsenin dinden dönüşünden önceki iyi ve kötü amelleri geri gelmez.
13. Tövbe-i Ye’s: Üzüntü halinde tövbe Eş’arilere göre kabul edilmez. Maturidiler göre ise kabul edilir.
14. İman: Eş’arilere göre iman artar,eksilir. Maturidiler’e göre ise, iman ne artar ne eksilir.
Yukarıda görüldüğü gibi Maturidiler, Eş’ariler’e göre daha akılcıdırlar ve dinsel konulara daha akılcı ve felsefi yaklaşmaktadırlar. Eğer Aleviler inançta Maturidi iseler, daha akılcı olmalarının temeli buraya dayanabilir. Sait Başer’in ifade ettiği gibi, Anadolu’daki Sünni halk da Maturidi inancı benimsediği için Alevi-Sünni halk arasında o tarihlerde bir çelişki ve zıtlık olmamış, buna karşılık, Eş’ari inancı benimseyen ulema ve devşirme yönetici zümre ile Alevi halkı arasında zıtlık ve çatışma yaşanmıştır.
Yine eğer Yavuz Selim döneminden itibaren ulema ve aydın zümre Eş’ari inancı benimsemişse, o tarihten sonra Osmanlı Devleti’nin akıl ve bilimden yavaş yavaş uzaklaşmaya başlaması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim, Katip Çelebi (1609-1656), Fatih’in Sahn-ı Seman’a koyduğu felsefe ve pozitif bilimlerin programlardan çıkarılmasını eleştirmiş, aritmetik, geometri, astronomi ve coğrafya bilen müftülerle bilmeyenlerin verdikleri fetvaların farklı olacağını, örneklerle açıklamış ve bu bilimlerin medreseliler için gerekli olduğunu yazmıştır. Örneğin Şeyhülislama altı ay gece atı ay gündüz olan yerlerde beş vakit namazın nasıl kılınacağını ve orucun nasıl tutulacağını sormuş, fakat Şeyhülislam, coğrafya ve astronomi bilgisinden yoksun olduğu için bu soruları cevaplandıramamıştır (Akyüz, 1999:108)
Türkler, Orta Asya’da iken tek bir millet ve bütünsel bir toplum değildi. Horasan’dan Asya içlerine oradan Sibirya’ya kadar farklı Türk boyları ve devletleri vardı. Dolayısıyla benzerliğin yanında farklılaşmalar da vardı. Bu nedenle Anadolu Alevi ve Bektaşileri hangi oydan geliyorsa o izleri taşırlar. (Bal,98/8:39)
Bugün Türkiye’de Aleviler; Çepniler, Tahtacılar, Kızılbaşlar, Sıraçlar, Abdallar, Nalcılar, Gülşeniler, Elçi, Tat, Amuca, Arapkirli, Talibi, Bektaşi gibi gruplara ayrılırlar. Bunların hepsi standart Türk kültürünü temsil etmektedirler. (Türkdoğan,1995:117,208)
SONUÇ
Alevilik; Hz. Ali’den adını alan, onun soyu ve onu takip edenler tarafından kurulmuş bir tasavvufi yoldur. Alevilikte on iki imam inancı önemli bir yere sahiptir. Bu yönüyle Alevilik bir İslam inanışıdır. Ona İslam inançları dışında bir kimlik aramak tarihsel ve sosyal gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bu, Aleviliğin saf İslam inançları olup, onun dışında bünyesinde hiçbir inancı ve kültürü barındırmadığı anlamına gelmemelidir. Evrensel dinler, aynı kaynaktan çıktıkları ve aynı temel inançları benimsedikleri için Aleviliğin Musevi ve Hıristiyan unsurlar taşıması son derece doğaldır.
Bundan başka Anadolu Aleviliği, Batınilik, Yesevilik, Haydarilik, Kalenderilik, Melamilik, Hurufilik, Yunan felsefesi, tasavvuf gibi akımlardan ve Şamanizm gibi inanç ve kültürlerden etkilenmiş bir düşünce ve inanç sistemidir. Ayrıca, bir toplumun daha önceki kültürünü tamamen silip yok ederek yeni bir kültür ikame etmesi mümkün değildir. Bu nedenle Aleviliğin Orta Asya Türk kökenli inanç ve kültürlerle bağlantılı olmasının garipsenecek bir yanı da yoktur. Nitekim Alevilikte kadına verilen değer ve çeşitli dinsel törenlerde kurban kesilmesi Şamanizme dayanmaktadır.
Alevilik, bugünkü halini Anadolu’da aldığına göre burada yaşayan toplulukların kültürlerinden etkilenmemesi mümkün değildir. Çünkü birlikte veya komşu yaşayan toplumlar arasında istense de istenmese de kültür alış verişleri olacaktır. Onun için Anadolu Aleviliği bu topraklar üzerinde bulunan toplumların kültürlerinden de etkilenmiştir. Örneğin aganizmin bakiyesi olan yatırlara çaput bağlama geleneğine hem Alevi hem de Sünni toplumunda rastlanmaktadır.
Anadolu Aleviliği’nin oluşmasında en büyük etken Hacı Bektaş Veli’dir. O, Sulucakarahöyük (Hacıbektaş)’e yerleştikten sonra bu bölgedeki insanları irşat etti ve gayri Müslimleri de sevgi ile İslam dinini çağırarak onların bu dine inanıp benimsemelerini sağladı, böylece Anadolu’nun Türkleşmesine ve İslamlaşmasına katkıda bulunmuştur.
Bundan başka Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da dedelik örgütünü kurarak Türk boylarını birbirine bağladı ve bugün için bile hayranlıkla baktığımız muazzam bir dayanışma ve sosyal kontrol mekanizmasını geliştirdi. Ayrıca Bektaşilik tarikatını kurarak soydan Alevi olmayan insanların manevi eğitimlerini üzerine aldı. Böylece kendisinden feyz alan bütün insanları ahlak bozukluklarından kurtararak topluma ve insanlığa faydalı olgun birer insan olarak yetiştirmeye çalıştı.
Ayrıca Hacı Bektaş Veli gerek kadına verdiği emsalsiz değerle ve gerekse bilimin önemine dikkat çekmekle, kendi çağını aşarak 20. ve 21. yüzyılların adamı olduğunu kanıtlamıştır. Özellikle Yunan filozoflarından Platon ile Plotinos’un düşünceleri tasavvufla ve dolayısıyla Alevilikle bağdaşmaktadır. Çünkü, Alevi din anlayışının temelinde Tanrı sevgisi ve O’nun eseri olduğundan dolayı insan sevgisi yer almaktadır. Alevi din anlayışının özünü şekilsel ibadetlerden çok insan ilişkileri teşkil etmektedir. Bu inanca göre kişi, dışardan ne kadar iyi birisi gibi görünürse görünsün, eğer insan kalbi kırıyor, insanlara zulüm ve kötülük yapıyorsa gerçek mümin sayılmamaktadır. Çünkü, mümin kelimesi, iman eden demek olduğu gibi, kendisinden emin olunan ve kendisine güvenilen anlamına da gelmektedir.
Alevilikte, Platon ve Plotinos gibi filozoflarla çeşitli din ve kültürlerde bulunan ruh göçü inancı da vardır. Ayrıca zaman zaman Sünnilerde de rastladığımız kurtuluş inancı da yer alır. Bu inanca göre, on iki imamlardan Mehdi bir gün dünyaya geri dönecek; adaletsizliklerle dolu olan bu dünyada haksızlıkları ortadan kaldıracak ve dünyaya yeniden bir düzen verecektir.
Alevilikte amaç, tasavvuf idealine göre kamil insanı yetiştirmek olduğu için bu olgunluğa erişen insan; insanlar arasında din, ırk, dil ve inanç farklılıklarını gözetmeyecek ve varlığın birliği ilkesine göre herkesi bir görüp Tanrı’nın yaratığı olarak kutsal kabul edecektir. Sonuçta bu; topluma birlik, bütünlük ve huzur getirecek ve demokratik toplumun kurulmasında yardımcı olacaktır.
Aleviliği bütün yönleriyle bir makalede inceleyebilmek mümkün olamaz. Bu sebepten dolayı Dergimizin gelecek sayılarında bu yazının devamı sayılabilecek “Alevilikte Temel inanç ve Uygulamalar” adlı yazıya da ver verilecektir.
Kaynaklar
Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri I, Çev: Tahsin Yücel, İstanbul, M.E.B. Yayınları, 1995.
…………………… Ariflerin Menkıbeleri II, Çev: Tahsin Yücel, İstanbul, M.E.B. Yayınları,1995.
Ahmed-i Yesevi. Divan-ı Hikmet Seçmeler, Hazırlayan: Kemal Eraslan, Ankara, Kültür Bakanlığı, Yayınları, 1991.
Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, İstanbul, Alfa Yayınları,1999.
Arslanoğlu, İbrahim. Yazarı belli Olmayan bir Fütüvvetname, Ankara, Kültür Bakanlığı,1997.
…………………………….. “Cibali Ocağı ve Taliplerinin Alevilikle İlgili Görüşleri”, G.Ü.Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 99/12 :115-138.
Aster, Von. Felsefe Tarihi, A.Ü.DTCF., Felsefe Bölümü(Çoğaltma), 1971.
Bal, Hüseyin İle Söyleşi. Söyleşen: Ayhan, Aydın. Ankara, G.Ü. Hacı Bektaş Veli Dergisi,
98/8:35-49.
Başer, Sait. “Heterodoksi Nakşilik-Bektaşilik”, Ankara, G.Ü. I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1999:55-58.
Bıçak, Ayhan.”Kültürel Süreklilik Çerçevesinde Devlet Anlayışı ve Bektaşilik, Ankara, G.Ü.
I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1999:63-70.
Birand, Kamıran. İlkçağ Felsefe Tarihi, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları,1987.
Bozkurt, Fuat. Aleviliğin Toplumsal Boyutları, İstanbul, Tekin Yayınları,1990
Bozkurt, Nizam. Aleviliğin Oluşumu, Alevilerde Cem İbadeti, ?, ?,
Eğri, Osman. Bektaşilikte Tasavvufi Eğitim, G.Ü. Hacı Bektaş Veli Dergisi, 99/10:173-196.
Er, Piri. “Yozgat İli Merkez Kababel Köyünde Alevi İnançları”, Türk Halk Kültüründen Derlemeler, Ankara, Kültür Bakanlığı, Hagem Yayınları, 1994: 35-46.
Eröz, Mehmet. Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, Ankara Kültür Bakanlığı Yayını,1990.
Erzurumlu İ. Hakkı. Marifetname, Sadeleştiren: M.Fuat Başar, İstanbul, Alem Ticaret ve Yayın Ltd Şirketi,?.
Fazıl, Necip. Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, İstanbul, büyük Doğu yayınları,1981.
Fığlalı, E. Ruhi. Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, İstanbul,1980.
……………………. Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, Konya, Selçuk Yayınları,1996.
Fırat, Atilla. “Anadolu Aleviliği, Hacı Bektaş Veli Düşüncesi ve Türk Yaşamına Etkileri”, G.Ü. I.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1999:
Göçgün, Önder. “Hacı Bektaş Veli ve İnsan İmajı”, Ankara, G.Ü. I.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1999:143-154.
Gülşan, Hasan. Pir Hacı Bektaş Veli ve Alevi-Bektaşiliğin Esasları, İstanbul,1975.
Güner, Ahmet. 6 Büyük Tarikat, ?, ?.
Güngör, Erol. İslam Tasavvufunun Meseleleri, İstanbul, Ötüken Yayınları,1982.
………………….. Tarihte Türkler, İstanbul, Ötüken Yayınları,1992.
Güvenç, Mustafa (Alevi Dedesi) İle Söyleşi. Söyleşen: İbrahim Arslanoğlu, G.Ü. Hacı Bektaş Veli, Dergisi, 99/9:41-64.
İbn Haldun. Mukaddime I, Çev: Zakir Kadiri Ugan, İstanbul, M.E.B. Yayınları, 1990.
İnan, Abdülkadir, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul, 1976.
Kafesoğlu, İbrahim. Türk Milli Kültürü, İstanbul, Boğaziçi Yayınları,1984.
Kışlalı, A. Taner. Siyaset Bilimi, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 1997.
Köprülü, Fuad. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1984.
Kurtoğlu, Zerrin. Plotinus’un Aşk Kuramı, Ankara, Gündoğan Yayınları,1992
Küyel, Mübahat. Felsefeye Başlangıç, İstanbul, M.E.B. Devlet Kitapları Yayınları,1977.
Mutlu, İsmail. Mezhepler Nasıl Ortaya Çıktı, İstanbul, Mutlu Yayıncılık, 1994.
Noyan, Bedri. “Türk’te Tasavvuf ve Bektaşilikte İnsan Hakları”, Ankara, Hacı Bektaş Veli Dergisi, 98/5:53-58.
Öktem, Niyazi. Laiklik-Din ve Alevilik Yazıları, İstanbul, Der Yayınları, 1995.
Plotinus. The Six Enneads, Translated By Stephen Mackenna and B.S. Page, U.S.A. William Benton Publisher,1952.
Sarıçam, İbrahim. Emevi-Haşimi İlişkileri, Ankara, Ttürkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1997.
Sümer, Ali. Hacı Bektaş Veli’nin Bilimsel Yönleri, Ankara, 1975.
Tai, Kemalettin. “Kuzey Irak’ta İnanç Grupları ve Bunların Anadolu Halk İnançları İle İlişkisi”, Çev: Beyan Otrakçı Özata, G.Ü. Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 98/6:145-158.
Tercüman Gazetesi. Mezhepler ve Tarikatlar Ansiklopedisi, İstanbul, Tercüman Aile ve Kültür Kitaplığı Yayınları, 1987.
Tercüman Gazetesi. Ansiklopedik İslam Lugatı, İstanbul, Tercüman İlmi Araştırma Grubu Teknik Kadrosu Yayınları, 1982.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli, Ankara, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı Yayınları, 1988.
Türkdoğan, Orhan. Alevi-Bektaşi Kimliği, Timaş Yayınları,1995.
Türkiye Diyanet Vakfı. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, 1993.
Yılmaz. H. “Ahmet Sırrı Dedebabanın Bektaşi Tarikatı”, Ankara, G.Ü. Hacı Bektaş Veli 99/10:27-49.
Yörükan, Y. Ziya. Anadolu’da Aleviler ve Tahtacılar, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998.
Zelyut, Rıza. Hacı Bektaş Veli, İstanbul, Hürriyet Ofset Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş., 1990.
…………………. Öz Kaynaklara Göre Alevilik, İstanbul, Yön Yayıncılık, 1992.
Doç. Dr. İbrahim ARSLANOĞLU (G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi)
(Bitti)
Kaynak: http://w3.gazi.edu.tr/
_________________________
_________________________
0 yorum:
Yorum Gönder