Mimâr Sinan, bir asra yaklaşan ömrünü, Türk talihinin en muhteşem bir çağında geçirmiştir.
16. yüzyılda Osmanlı Ülkesi, bütün bir İslâm âlemi ile diğer Türk dünyasının sevgi ve hayranlık duyduğu, arzuladığı bir saadet diyarıdır. Zira bu asırda Osmanlı İmparatorluğu istisnasız her sahada dünyanın en ileri ve medenî bir ülkesi olma bahtiyarlığına erişmişti.
Bahusus, Kanunî gibi âlim, şâir ve âdil bir padişahın taht şehri İstanbul, dünyanın dört bucağından gelen âlim ve sanatkârlara bağrını açmış bir sanat meşheri; bir mutluluk ve zenginlik beldesi hâlindedir. Bu sebepledir ki İstanbul, asırlarca kâbiliyetli gençlerin, bilhassa Hristiyan gençlerinin en büyük rüyası olmuştur. Ayrıca İstanbul' da bu gençlerin tahsillerini yapıp yükselebilecekleri Yeniçeri Ocağı, Kapıkulu Sipâhisi Ocağı ve Enderun-ı Hümâyun (saray üniversitesi) gibi müesseseler mevcuttu.
Sadece gençler mi bu rüyayı görüyordu? Hristiyan tebaâ da yüzyıllarca aynı rüyayı gördü. Çocuklarını Osmanlıya teslim edebilmek için adeta birbiriyle yarıştı. Onlar biliyorlardı ki, kendisine candan teslim ettikleri çocuklarım Osmanlı en mükemmel bir şekilde yetiştirmektedir. Yine onlar iyi biliyorlardı ki, evlatlarını ruhen, bedenen ve fikren sabırlı bir sanatkâr gibi işleyen Osmanlı, çocuklarına ikbal ve refah kapılarını da ardına kadar açmaktadır.
Senelerce aynı rüyayı gören Sinan'ın âilesi de zeki evlatlarını Yavuz'un padişah olduğu günlerde devlete teslim ederler.
1490 senesinin 29 Mayıs cumartesi günü Kayseri'ye bağlı Kesi nahiyesinin "Ağırnas" köyünde doğan Sinan 1512 de 22 yaşlarında devşirilip İstanbul'a gönderilir. "Acemi Oğlanlık" devrini inşaat işlerinde geçirir. Bu arada Yavuz'la İran, Suriye ve Mısır'a gider. Gençliği Kayseri'de geçtiği için Selçuklu mimarisini yakından tanıyan Mimâr Sinan bu seferler esnasında gördüğü Arap, Bizans, Roma ve İran eserlerini de yakından tedkik etmek fırsatını bulur.
1521'de Belgrat seferinden önce Yeniçeri olan Mimâr Sinan, Kanunî ile Avrupa ve Irak seferlerine katılır. Gittiği her ülke ve beldede incelediği bir çok sanat eserleri Sinan'ın san'at ufkunu çok genişletmiştir. Seferlere istihkam subayı olarak katılan Mimâr Sinan nihayet Purut Suyu üzerinde kurduğu sağlam köprüden sonra 1530'da 49–50 yaşlarındayken Hassa Sermimarı (başmimar) tayin edilir (Hassa Sermimarlığını bir bakıma bugünkü Bayındırlık Bakanlığına benzetebiliriz). Görülüyor ki, Mimâr Sinan'a başmimarlık 29–30 yıl süren bir tahsil, terbiye ve tecrübeden sonra verilmiştir. Budin'den Kırım'daki Gözleve'ye; Mekke'ye kadar hüner ve dehasını göstereceği çok geniş bir zemin ve müsait bir vasat bulan Mimâr Sinan, bugün akıllara durgunluk veren ölmez eserlerini meydana getirir.
Mimâr Sinan, Süleymaniye'nin halka açıldığı 7 Haziran 1557 günü belki de hayatının en mes'ud anlarını yaşamışdı.
Cihan Padişahı Kanunî'ye altın bir tepsi içinde Caminin anahtarını sunduğunda Kanunî: "—Bu bina eylediğim Beytullahı sıdk-u safa ve dua ile yine sen açmak evladur!" der ve anahtarı Sinan'a uzatır. Böylece Kanunî'nin kendisini taltif eden söz ve nazarları ile: —Ya Fettâh! diyerek kapıyı açar.
Yüz yıla yakın yaşadığı için Koca Sinan diye de bilmen büyük san'atkâr 9 Nisan 1588'de çok sevdiği İstanbul'da vefat eder. Türbesi Süleymaniye Camiinin bir köşesindedir.
MİMÂR SİNAN'IN ŞAHSİYETİ
Mimâr Sinan çok mütevazi bir ömür geçirmiştir. Tarihler onun iki defa evlendiği halde çocuğu olmadığını yazarlar. İstanbul'da Aksarayla Süleymaniye muhitlerinde ikâmet etmiştir. Kaynakların ifadesine göre Sinan çok cömert bir insandı. Gece gündüz sofrasında 2040 insanı misafir eder, ağırlardı. Dünyanın en büyük mimarı olmasına ve Kanunî devri gibi çok zengin bir zamanda baş mimarlık yapmasına rağmen öldüğü zaman parasının olmadığı görülür. Gerçekten Koca Sinan aldığı terbiye icabı bir cemiyet fedaisi olarak yaşamıştı.
Batılı Mimârlar Ayasofya De gururlanıyorlar ve şöyle diyorlardı: "Osmanlılar Ayasofya kubbesi kadar cesim bir kubbe yapamadılar; galebe bizdedir". Bu sözler Mimâr Sinan'a çok dokunuyordu. Bu sıkıntısını şu sözlerle anlatır: "Şöyle bir kubbe yapıp Hristiyanlann dillerini kessem; Batılıların bu iddiası beni helâk eder. Belki bütün Âlem-i İslâm'ı kederlendirir". Bu bakımdan İkinci Selim'in kendisini, Edirne'de bir Cami yapması için vazifelendirmesine çok sevinir. Beş yıl büyük bir gayret ve fedakârlıktan sonra dünyanın en muhteşem, bir abidesini yapmanın sevinci ona şu sözleri söyletir: "Selimiye'nin inşasında himmet edip, yüce Allah'ın izni ve yardımı, Sultan ikinci Selimin de teşvik ve desteğiyle Selimiye'nin kubbesini altı zira (yaklaşık 5 m) daha yüksek, derinliğini de dört zira (yaklaşık 3.5 m) fazla inşa ettim".
Bu cümlelerde, Cami'nin inşaatı bittiğinde 84 yaşında bulunan Sinan'ın büyük azmi, sarsılmaz inancı ve yüce himmeti çok düşündürücüdür. Ayrıca bu sözlerde Osmanlı Devletinin küçücük bir aşiretlik-ten Cihan"ın en güçlü İmparatorluğu haline-gelmesindeki sıra da bulmak mümkündür.
Sinan'ın mühründe: "Elhâkir-ül Fakir Mimâr Sinan" yazılıdır. Bu sözler yüce Yaratıcı'nın muhteşem eserleri ve hârikulâde San'atı karşısında; çok duygulanan, ince ruhlu ve mütevazi bir san'atkârın kendi san'at gücünü ifade ettiği gibi sinesindeki asil duygulan da dile getirir.
MİMAR SİNAN'IN SAN'ATI VE ESERLERİ
Mimâr Sinan'ın, dünyanın en büyük mimârı olduğunu Avrupalılar bile itiraf ederler.
Alman tarihcisi Babinger'e göre Sinan: "Türklerin Michelangelo'sudur". Diğer bir Alman sanat tarihcisi H. Glück'e göre ise Sinan, Avrupa medeniyetinin en büyük ismi olan Michelangelo'dan üstündür.
Mimâr Sinan dehasının mührünü taşıyan eserlerini mimarbaşı olduktan sonra vermiştir.
Kendisi san'at hayatını üç merhalede özetler. Bunlar sırasıyla kalfalık, ustalık ve üstadlık devirleridir. Kalfalık döneminin en mühim eseri İstanbul'daki Şehzade Camisidir.
Kanunî'nin sevgili ve yiğit oğlu Şehzade Mehmet 22 yaşlarında hayata veda eder. Kanunî teselliyi onun adına yaptırdığı bu eserde bulur. Eser Camisi, türbesi medreseleri ve imaretleriyle külliye şeklinde inşa edilmiştir. Beş senede tamamlanan (1543-1548) Cami'nin bilhassa minareleri zarif ve süslüdür. Camide iki şerefeli iki minare bulunur. Türbedeki çinilerse Türk san'at ve ustalığının en zarif örnekleridir.
İSTANBUL'DAKİ BÜYÜK ABİDE: SÜLEYMANİYE
Mimâr Sinan'ın eserleri Osmanlı İmparatorluğunun güç ve azametini taş ve mermerde ebedileştiren ulu abidelerdir. Mimâr Sinan'ı ne zaman hatırlasam, onu Osmanlı Türkünün hayat ve felsefesini taşta ve mermerde ifade eden bir san'atkar olarak düşünürüm. Süleymaniye Camiini ele alalım: İstanbul'un yedi tepesinden birinde inşa edilmiş olan bu muhteşem abideye insan uzaklardan bakınca bir ürperti duyar. O derece büyük ve heybetlidir. Dışdan bakıldığında, hele yabancıların nazarında da Osmanlı öyle bir intiba bırakır. Camiye yaklaştıkça durum değişir. Çok değişik malzemenin kullanıldığı bu eserde oldukça güzel bir kompozisyon yani tam bir bütünlük ve âhenk hakimdir. M. Sinan ham maddesi çok çeşitli ve cansız cisimlerden ibaret olan maddeye yücelere kol kanat açmış bir ulvilik, insana daima sonsuzluğu fısıldayan bir ruh kazandırır. Osmanlı Türkü de öyle değil miydi? Osmanlı gerçekten dünya ve ukbayı ve madde ile manâyı en mükemmel şekilde bütünleştirmişti.
Avluya ve bilhassa iç avluya girilince sadelik, zerafet ve vekar gözünüze çarpar. Sinan sanki kendi ruhunu ve iç dünyası ile beraber bütün bir Osmanlıyı bu şahesere; kelimeleri, taş, tuğla, kiremit, demir ve mermerden olan bir "âbide-kitap" halinde yazmıştır.
Burada mühim bir hususu daha belirtmeden geçemiyeceğiz. Süleymaniye sadece camiden ibaret değildir. Bir külliye halinde inşa edilmiştir. Külliye 700.000 m2 lik bir sahada kurulmuştur. (Vatikandan büyük ve Monako devletinin yansı kadar).
Caminin sağında ve solunda dört medrese, bir Tıp fakültesi, bir darüşşifa (hastahane), bir kütüphane, bir kervansaray, bir imaret, bir ilkokul, bir dârü'l-hadis, bir dârü'l-kurra, bir misafirhane, bir yeniçeri ağası sarayı ile büyük bir çarşı ve hademe evleri vardı.
Öyle ki medresesinin fen kısmı 4 ayrı medreseye ayrılmıştı. Her kısımdan ayrı mühendisler yetişiyordu.
Hammer'e göre yabancılar için de bir hastahane vardı.
Süleymaniye yedi senede tamamlanmıştır. Ayrıca eser, bize devrin teknik ve malî gücünü de gösterir. Süleymaniye' nin inşasında 996300 altın sarfedilmiştir. Böyle bir malî gücü bugün ancak çok zengin ülkeler karşılayabilir.
Süleymaniye'nin inşaatında tutulan muhasebe defterleri 164 olarak tesbit edilmiştir. Defterleri tetkik edenler, organizasyonla, teknik gücün büyüklüğünden hayranlıkla bahsederler.
Hammer'e göre Süleymaniye Ayasofya'dan üstündür ve caminin mimârın zenginliği ile yapısındaki zerafet adetâ olağanüstüdür.
SERHAT BOYLARINDA BİR UMRAN: SELİMİYE
Mimâr Sinan'ın büyük bir azimle özenerek meydana getirdiği en büyük eseri Selimiye Camiidir. Kendisinden dinleyelim: "Kalfalığımı İstanbul'daki Şehzade Camiinde icra ettim, üstadlığımı da İstanbul'daki Süleymaniye Camiinde tekmil ettim. Amma cümle gücümü bu Selim Han (İkinci Selim) camisine sarfedip bütün san'at ve hünerimi gösterdim".
Selimiye, yurdumuzun en güzel ve en zengin tarihi hazinelerini sinesinde barındıran serhad şehri Edirne'de inşa edildi. 1568'de temeli atılan külliye 1574' .de tamamlanır. Kâtib Çelebi, mükellef bir medresesi olduğunu ve en büyük müderrisin (profesör) bu medresede bulunduğunu yazar. Külliye Türbe de dahil 18 ayrı binadan meydana gelmiştir.
Selimiye'nin kubbesi 31.28 m çapında olup Ayasofya'nın kubbesinden büyüktür. Dört minaresi kubbenin dört bir yanında olup üçer şerefelidir. Birbirine eşit yükseklikte olan minarelerin yüksekliği 70.89 metredir. Sinan'a göre Selimiye'nin minareleri hem nazik hem de üçer yollan vardır. Bu işin büyük bir hüner istediğini ve gayet müşkil olduğunu ehli olanlar iyi bilirler der Koca Sinan. Edirneli tarihçi Cevri Çelebi'ye göre, her minarenin üçer şerefesi vardır. Harem (saray) tarafına bakan iki minarenin içinde üçer merdiven vardır. İlk merdiven birinci şerefeye, ikinci merdiven hem birinci şerefeye hem ikinci şerefeye, üçüncü merdiven de her üç şerefeye çıkar. Kıble duvarında olan iki minarede birer yol vardır.
Cami'nin yazılı çinilerinin sanat değeri çok yüksektir. Cami'ye ayrı bir güzellik veren 999 penrcenin her biri insana Esma-ı Hüsnayı terennüm eden alî ruhları hatırlatır.
Yalnız Osmanlı mimârisinin değil dünyadaki mimarî eserlerin de en üstünü ve mükemmeli kabul edilen Selimiye gerçekten her yönüyle bir şaheserdir.
Selimiye'de dikkati çeken ilk husus mekan büyüklüğü, yani ihtişamdır. Daha sonra zerafet, güzellik ve caminin içindeki aydınlık ve ferahlık eserde bâriz olarak görülür.
16. yüzyılın en büyük şâirlerinden birisi olan BAKÎ Kanunî ile çağını "Kanunî Mersiyesiyle" içten ve âhenkli bir şekilde dile getirir. Kanaatimizce Bakî'nin bu güçlü şiirine en güzel nazireyi Mimâr Sinan; taş, mermer ve çinide ifadesini bulan harikulâde bir üslûpla meydana getirdiği SELÎMÎYE MANZUMESİ ile yapmıştır.
Yabancılar bile bu gerçeği çekinmeden yazarlar. Alman mimârı mütehassısı Prof. Ernst Diez: "Selimiye'deki mekan tesiri ve ışık müesseriyeti yeryüzündeki bütün mimarî eserlerin üstündedir" der.
Eserlerinin bütününe gelince, şâir ve nakkaş Sâi Mustafa Çelebi'ye dikte ederek yazdırdığı "Tezkiret-ül-Bünyan" yahut "Tezkiret-ül Ebniye" isimli eserindeki cedvele göre şöyledir: Camiler: 81, Mescidler: 50, Medreseler: 55, Darül-Kurra: 7, Türbeler: 19, İmaretler: 14, Darüşşifa (hastahaneler): 3, Su kemeri ve bendler: 7, Büyük köprüler: 8, Saraylar: 33, Mahzenler: 6, Hamamlar: 32, Kervansaraylar: 16, Bütün bu eserler İmparatorluğun her tarafına dağılmıştı.
Bunlardan başka eserleri olduğu gibi, sayıları kırka varan değerli mimârlar da yetiştirmiştir. Bunlardan Yeni Cami'nin mimârları Davut Ağa ile Dalgıç Ahmet Çavuş; Babür'ün daveti üzerine Hindistan'a gidip Delhi, Lahor ve Keşmir'de güzel eserler veren Mimâr Yusuf en meşhur olanlarıdır.
Hülâsa Mimâr Sinan gibi fazilet ve san'at abidesinin hatırasına sahip çıkmak gayretli ve faziletli gençliğin şiarı olmalıdır.
Yazımıza aşağıdaki beyitle nihayet vermek istiyoruz.
"Nice bünyân, kılup umrân; muazzez yurt, "ebed-müdded"
Mimâr-ı Emcedün cennet; mekânı olsun âkıbet".
Muharrem YILDIZ
_________________
KAYNAKLAR:
Yılmaz Öztuna: Büyük Türkiye Tariihi C.2 10 İsmail Hami Danişmend: Osmanlı Tarihi Kronolojisi C. 2, 3
Hammen Osmanlı Tarihi C. 2
Mufassal : Osmanlı Tarihi C. 3
İslâm Ansiklopedisi: Mimâr Sinan
Mimar Sinan - Bir Asra Mührünü Vuran Adam
Gönderen
conqueror
9 Mart 2011 Çarşamba
Etiketler: Biyografi, camii, mimar sinan, Mimari, osmanlı imparatorluğu, Tarih, Yazı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder